8.24.2011

Siyah Kuğu... Şizofren Olmaya Değer miydi?

Of, merhaba arkadaşım.

Siyah Kuğu'yu ikinci kez izledim fakat üzülemedim. Acımadım. Kendi sonunu hazırlayan takıntılı hatta ruh hastası olacak kadar hırslı olan birisi Siyah Kuğu. O kendisine acımıyorsa... Ben neden acıyayım?

Fazla hırsın ne kadar kötü bir şey olduğunu zaten biliyorum. Ama şizofren olmaya değer miydi Siyah Kuğu?

Biliyorum hırstan gözü dönenlerin başkalarına nasıl zarar verdiğini... Ama yalnızca başkalarına zarar vermiyorlar. Başkalarının canını yaktıkları gibi kendilerini de yaralıyorlar. Hatta en çok kendilerine işkence ediyorlar.
Biliyorum... Ne hırslı arkadaşlarım bildiğin gözü dönmüş. Rakip bulduklarına esip gürleyip, burunları kalkık birer özgüven bombası gibi durur iken yalnız kaldıklarında kendilerine nasıl ağlıyorlar. Kendilerini bizzat kendileri yok ediyorlar her geçen gün.

Fakat acıyamıyorum. Çünkü hırslarının kölesi olmuş dört dostla ilgili bir hikaye biliyorum:
On yıllık dost olan dört arkadaş varmış. Bunlardan üçü diğer dostlarını başarısından dolayı o kadar kıskanmışlar ki... Öyle hırsları varmış ki... Yıllar yılı süren herkesce ayrılmaz bilinen arkadaşlıklarını yavaş yavaş çürütecek kadar hırslanmışlar. Ve dördüncü kızın olanlardan hiç mi hiç haberi yokmuş.

Ta ki dördüncü dostun evinde toplanıp eğlenceli vakit geçirdikleri bir gün, dördüncü dostun onları iyi dileklerle sonkez kapısından uğuladığı gün, işte o günün akşamı gelene kadar. Gitmelerinin üstünden birkaç saat geçmişken dördüncü dost her şeyi öğrenmiş. Aylarca o bilmeden arkasından oyunlar çevrilmişti;yine de sürekli gülümsemişlerdi... Sürekli gülümsemişlerdi... Dördüncü dost önce kızmış, neden, demiş. Neden onun yerine hırslarını seçmişlerdi? Ve aslında üzüldüğünü anlamış.

Derken üstünden zaman geçmiş. Her acı, hüzün zamanla geçermiş ve istese de insan canını yakamazmış geçmişle. Yeterli bir zaman geçmiş ve dördüncü arkadaş onları da kendini de özgür bırakmaya karar vermiş. Artık üzülmüyormuş, hatta olanların üstüne onlardan kalan son hatıra olarak gülebiliyormuş. Zaten onların kendilerini bitirdiklerini görüyormuş.

Hatta affetmiş onları. Ve seslenmiş: "Artık üzülmüyorum. Sizi affettim. AFFETTİM. SİZİ." . Bir de dördüncü arkadaş onlara teşekkür etmiş. Kimseye fazla güvenmemesi gerektiğini, kendi ayakları üstünde durabileceğini öğrenmiş. Ve dördüncü arkadaşın mutluluğu sonsuza dek özgür kalmış. :)

İşte bu yüzden acımıyorum. Fakat benim de çıkardığım iyi bir ders var bu hikayeden: Ne şarap gibi yıllılığına güveneceksin dostluğun, ne lunapark gibi eğlenceli olmasına ne de küçük bir çocuğun oyuncak ayısı gibi gülümsemesine...

Bu hikaye belki de gerçektir, ha? Bilmiyorum.

Ve B. hala mutlu huzurlu :D.

Çünküüü... Gülümsemek onun işi :)).

B.

8.01.2011

Filmde Oyuncu mu Olsak Senarist mi?

Hello! :D
Direk lafa dalıyorum, hiç uzatacak halde değilim nedense.

Çek Bakalım adındaki yeni başlayan şu programı izledim geçen gün. Uzaylı kovalaması mı gördüm, karete mi izledim, daha neler neler seyrettirdiler hatırlamıyorum.

Aslında hoştu, yani insanların çabası, cesaretleri(!). Komik olabileceklerini düşünmüyorlar mı acaba? Birazcık da olsa endişe?..

Yarım yamalak izlemiş olsam da -aynı anda kitap mı okuyordum, bilgisayarla mı ilgileniyordum bilmiyorum :D- ilgimi çekti. Ve böylece bir film işine karar verdim. Karar verdim... Evet!.. Ama bir filmde oynamak mıydı bana cazip gelen yoksa filmi yaratmak mı?

Yazmayı seviyorum. E, o zaman mükemmel bir sinemacı olmasam da senaristlik bana göre dedim. Sonra düşündüm, senarist bir şekilde geride kalır. Kendini öne çıkarmaya çalışan kişilerden ben de hoşlanmam, arkadaşım; fakat kısacık da olsa bir filmde yer alma düşüncesi çok cazip.

Arkadaşları topladım bir heyecanla. Hemen fikrimi sundum ortaya. Başta komik gelse de onlar da meyil etti bu işe. Ekip tamam, derken ciddi ciddi tartıştık birkaç saat. Sıkı bir kamera var elde, tiyatro deneyimi olan var, yazma alışkanlığı olan var, yani yeme yanında yat! Ancak... Öyle olmadı. Film işi hoş da problem, problem, problem!.. İki saatte anca konu bul, karakter düşün. Sonra kim ne oynayacak tartışması-özellikle de kızlar arasında sorun oldu nedendir bilemedim :D. Bu kez kim yönetmen olacak, diye sorun ettik çünkü deneyimlisi olmayan tek konu oydu.

Zaman geçip, tartışmalar 'tartışma' kelimesini aşınca aradan sıyrıldım. Vazgeçtim bu projeden de. Arkadaşlarım da sağolsunlar hevef meves kalmadı, yediler bitirdiler beni. Ben çaktırmadan aralarından çıkmış bir kenarda başka bir şeylerle ilgilenmeye başlamışım, millet hala tartışıyor, o kadar dalmışlar ki esas fikri atanın ortada olmadığının farkında bile değiller.

Kıh kıh kıh. İzlemesi keyifliydi, inkar etmem. İzlerken onları aklıma bir şey dank etti: sakin tek kişi bendim, durdurması gereken de bendim. "Ben vazgeçtim." diye daldım aralarından kafayı uzatıp.

Ani bir sessizlik, sakinlik... Kızgın gözler tek noktaya çevrilmiş: bana! "Ne? Sen delirdin mi? İki saattir ne tartışıyoruz biz? Sen istedin diye kafa yorduk o kadar." cevabından, "Ohh, iyi ki vazgeçtin. Böyle iş olmaz zaten. Biz acemilerin neyine ki film işi..." cevabına kadar uzun uzun tepki aldım.

"Cidden bu iş olmaz. Hepinizden özür dilerim. Bir gün ustaca film işine giren olursa beni unutmasın. Hoşçakalın." diyerek hemencecik kaçtım mekandan. Offf, ne diye burnumu soktum ki zaten bilmediğim işlere. Heves işte. Yalnız o gün öyle kaçtım diye arkadaşlar hala ateş püskürüyor. Yandım! Oysa ki ben gidince her şey düzelirsanmıştım :/.

Sonuç monuç: Kaliteli macera ve dram filmlerinde oyuncu(!) olma ya da senarist(!) olma tekliflerine(!) açığım. Mesela Sinan Çetin'in yönetmen olduğu bir dizi de olabilir :D.

7.28.2011

Küçük Kız ve Müzik Devrimim

Bir haftalık aranın ardından...
Her neyse. Öylesine sohbet etmek istiyorum. Konunun ne olduğu önemsiz. Konuş gitsin yani, OK?

Şimdi benim pek müzik tarzım yoktur, yeni yeni son birkaç ayda şekillenmeye başladı. Tipimde var mı bilmiyorum-ahahahaha- caz ve opera müziklerine sardım. Belki bana baksan alakam yoktur cazlan mazlan, sanırsın. Ama var işte. Ben de cazcıyım ben de İstanbul Caz Festivali'ne katılacağım- bir kaç yıl sonra belki :D.
Aslına bakarsan arkadaşım, birkaç yıl önce klasik bir akıma kapılmıştım şu gençler arasında yaygın olan türden bir akıma: rock ve metal. Sıkı rockçıydım, metale de biraz ilgim vardı. İşte ne bileyim Linkin Park, Duman, Mor ve Ötesi, Çilekeş ve hatta Erkin Koray bile dinledim- ki onun rock yaptığından emin değilim bence rak yapıyor. Aslında Mor ve Ötesi'nin rock yaptığından da emin değilim, o zaman da değildim. Bir dakika rock nedir arkadaş ya? Vallahi bilmiyorum. Ama metali biliyorum: brutal vokal + aksiyon. O metal müzikler ne kadar aksiyonlu anlatamam. Adam bir kükrüyo-en nazik tabiri budur brutal vokalin- kalbim bir çarpıyor, bir aksiyon, heyecan, telaş, hız... Ben de aksiyonu pek sevmem ama...

Neden bıraktın da alakasız bir tarza başladın diyorsun, demek? Çünkü bunuyorum, arkadaş çevremde yaşlı ruhlu cazcılar beni de sürüye kattı! Hepinize teşekkür ediyorum dostlarım, hepimiz yaşlı gençleriz, hepimiz entellektüel dinleyicileriz.

Bir başka neden de kendimle çelişmem. Tam böyle esaslı bir brutal vokal dinlerken gözlerimin önünden çocukluğum geçti. Ben daha küçücük çocuğum, komşu çocukları, abilerim, ablalarım metal dinliyor böyle bir karizmayla. Ben onların tiplere bakıyorum ve "Ben asla metal dinlemem. Adında bir şey yok diye." bebelik yemini ediyorum. Eh hatırlayınca da sözümü tutayım dedim. Herhalde kulaklarım özellikle metale aşık olmuşlar. Bırakınca, aşklarındandır sanıyorum, birkaç gün kulaklarım öyle bir aşk 'ağrısı' çektiler, öyle bir kalpleri 'zonkladı' ki kulaklarımın anlatamam. Vallahi üzüntüden beni de kahrettiler, kahretsin yani!

Sonra arkadaş bana bir gün bir link attı. Bak, dedi, aç bu linki. Ne oluyor reklam mı yapıyorsun, dedim saf gibi. Ne bileyim hiç bir açıklama yapmadan linki aç deyince paranoyak oldum. Bir şarkı işte dinle şunu. Tüm fikirlerin değişecek, dedi. Hea tamam, deyip açtım ve on saniye sonra kapattım. Arkadaşa, benim gibi insana bu yapılır mı, asimile mi etmeye çalışıyorsun, dedim. Dik kafalısın, dedi...
...
Bir içime oturdu ki lafı, şok oldum. Çünkü normalde gerçekten dik kafalı değilim. Başta reddettim, bir de baktım ki cidden dik kafalılık ediyorum. Boynum bükük kendimi hazırlayıp inadına açtım videoyu bir kez daha. Aslında video da müzik de çok güzeldi. Bir kere sıradışıydı. Boğaziçi Üniv. caz korosunun metro konseriydi. O arkadaşların yaratıcılığı dikkatimi çekti ve cazla ilgilenmeye başladım. Sana da izlemediysen diye linki vereceğim arkadaşım. VE TÜM DÜNYAYA İTİRAF EDİYORUM: BEN BİR 'CAZ'CIYIM VE '' ÇOK İÇ 'CIZ'LATICI :D.

Operaya nasıl bulaştın, bu veleti nasıl taktın peşine dersen onun macerası daha da saçma. Arada kafama eser, bir başıma yeni keşiflere çıkarım. Yeni mekanlar, etkinlikler, yeni sanatçı keşfi, yeni çıkmış bir film... O yüzden yürürken sürekli sağda solda afişler, posterler ararım, bazı 'alıngan' insanlar da beni tuhafsarlar- tabii tınlayan kim.
Yine çıkmışım tek başıma ekşın arıyorum. Büyük bir tiyatro binasının önünden geçiyordum. Kazara afişe gözüm kaydı, derken... Bir de baktım ciddi ciddi kaldırımda dikilmiş afişi inceliyorum.  Nasıl fark ettiysem afiş öyle yüksekte de değil. Gözü görmeyen yaşlılar gibi dizlerimi kırıp yakından süzüyorum afişi. O sırada onlu yaşlarda bir kız çocuğu abisi olduğunu tahmin ettiğim biriyle koşturarak yanıma geldi. Afişin ortasına parmağına yapıştırıp "Ben bunu izlemek istiyorum." diye bağırdı.

Kulağımın yanındaki viyaklayan sese baktım merakla. Nasıl baktıysam ağabeyi "Kusura bakmayın. Ufaklık operaya tuhaf şekilde ilgi duyuyor." diye açıklama yaptı.

Ben de kıza gülümseyerek "Nasılmış o seçtiğin bilgin var mı?" diye sordum. Kız şen şakrak bir sesle "Çok güzel ama herkes beğenmez çünkü değerini bilmez." dedi bilmiş bilmiş.

"Öyle mi?" diye mırıldandım şaşkın şaşkın. O yaşta çocuk müzikten ne anlardı ki zaten diye düşündüysem de bir an, yine de kendimden utandım. Seçtiği opera yarım saat sonra başlayacaktı. "Bana tavsiye ediyorsun yani?" diye sordum.

"Evet. İstersen sen de benimle bilet al beraber oturalım, izleyelim." dedi kokoş küçük kızımız. Sanki girmek istediğimi şıp diye anlamış hemen beni de davet etmişti. Fakat ağabeyi bu kez şaşkına dönmüştü bir kıza bir bana gülümseyerek "Aaa... Büyüğünle öyle konuşulur mu? Hem izlemek istediğini söylemedi ve belki izleyecekse bile arkadaşları vardır onunda." dedi nazikçe.

Ben doğrularak yine saf saf "Aslında küçük hanım sayesinde izlemeye karar verdim. Ve kesinlikle tek başıma izlemek istediğimi sanmıyorum. Operayı anlamam için beni bilgilendirecek bir arkadaş hiç de fena olmazdı." diye resmen küçük bir kızın teklifine atladım. O kadar düşüncesiz davrandım ki. Belki de ağabeyi bundan rahatsız olmuştu.
Beklediğimin aksine ağabeyinden de olumlu bir yanıt gelince "Zaten kız kardeşimde benden sıkılıyordu ilgisizim diye. Anlaştığınıza göre sorun yok"  gibisinden hemen gidip üç tane yanyana koltuklardan bilet aldık küçük hanımefendinin makul gördüğü yerden. Bu arada gerçekten de ağabeyiymiş. Ardından da kızı ortadaki koltuğa oturtup operayı izledik ve dinledik. Ben ve adının Sıla olduğunu öğrendiğim küçük hanım için opera deneyimim oldukça keyifliydi. Ağabeyi ise sıkılmıştı. Öğrendim ki her hafta bir kere mutlaka getirirmiş kardeşi çok sıkıldığı halde. Ben de bunu duyunca eğer vaktim olursa arada Sıla'yla operaya girmekten mutlu olacağımı söyledim. Sıla Hanım'ın cep telefonu varmış. Numaramı istedi sevinçle, ben de verdim. Ve tekrar görüşmek dileğiyle herkes kendi yoluna gitti.

Of destanın anafikri: Böyleyece hem müzik zevkim ve genel olarak zevklerim gelişti hem de küçük bir arkadaş edindim. Ya işte ben böyle entellektüelim :D.

Boğaziçi Üniv. Caz Koro sunun o bayıldığım videosunun linki: www.youtube.com/watch?v=IB1wIh4JF8w

7.20.2011

Yazık Sana, Küresel IsınMa!

İki gündür görüşemedik arkadaşım, ne yazık ki- az sonra anlarsın nedenini. Olsun, şimdi buradayım. E, sen de buradasın. No problem yani :D.
Pıfff... Ne kadar sıkıcı bir gün geçirdim arkadaşım bilemezsin. Senin günün nasıldı? Bahse girerim ki benim kadar sıkılmamışsındır. Umarım şimdi de ben boğmam seni.
Fark ettim ki kürelsel ısınma da en küresel şekliyle kendini ortaya koyuyor. Ah, eğer o klimalar, güzelim dönen pervaneler, vantilatörler olmasa... 'Bu hayat çekilmez!' derdim. Cİdden, hava koşulları, rüzgarı, yağmuru bir tuhaf oldu artık. Hatta bulutlar da bir tuhaf-nesi tuhaf dersen, ben de bilmiyorum sadece tuhaf :/. Ben meteoroloji uzmanı değilim; lakin havayla çok ilgilenirim-aklım çok havadadır da, şaka şaka öyle biri değilim. Bilmiyorum, acaba diyorum Greenpeace'e katılıp dünyayı mı kurtarsam? Okyanusta balina avcılarının teknelerini basıp ben de onları mı avlasam-bunun küresel ısınmayla ne alakası var ben de bilmiyorum- ya da astronot olup insanların yine tıpış tıpış dolanacağı bir gezegen mi keşfetsem?
Ne dersin yeni bir gezegen fikrine, arkadaşım? Bence çok hoş bir fikir. Yani özellikle gezmeyi ve kirletmeyi seviyorsan. Nedense insanlığın ayak bastığ her yerin çöplüğe döndüğünü yeni fark ettim ve insan olmaktan tırstım. Birden başımı çevirip sağa baktım insan, sola baktım yere tüküren insan, yukarıya baktım tepemde halı silkeleyen insan, aşağıya baktım balkonda bronzlaşmaya çalışan başka bir insan türü. Sonra iyice tırstım, bunların ne çok türü var! Bir cama bakarken yine bir insan gördüm, böyle dik dik bakıyor hatta nereye gitsem peşimde. Arkama baksam kayboluyor; fakat yüzü bir tanıdık ki! Kazara aynaya baktım meğer bei takip eden 'insan' benmişim. Kendimden de tırstım, bir moral bozukluğu, bir dehşet anlatamam. Bir küresel ısınma bu kadar moralimi bozdu, ne kadar acı, ne kadar trajik :D! Hala moralim bozuluyor halı silkeleyen teyzeyi düşündükçe.
Laf kalabalıklığı bir yana, gerçekten korkuyorum 'küresel ısınma' denen şeyden. Aslında ben biliyorum, o vaktinde çok iyi bir çocuktu. Ama insanlar onu güzel büyütmedi. O önce uslu uslu dostu dünyayı koruyan iyi bir arkadaştı. Sonraysa 'dünyaya düşmüş uzaylıymış da hemen otopsisi yapılmak isteniyormuş' gibi hor görülünce kızdı, kalbi çıt diye kırıldı. Sonunda da gitmeye karar verdi. Fakat önce eski dostu dünyaya ders vermeye karar  verdi- intikam desene şuna! Acı gerçek(!) işte bu! Hem tırsıyorum ondan hem de acıyorum yavrucak 'küresel ısınmaya'...
Bunu gelecekte torunlarına masal niyetine anlatmalısın, arkadaşım :D. Şimdilik hoşçakal, ben Greenpeace i araştıracağım(!), beraber dünyayı kurtaralım tamam mı :D?
Yazının özetinin özeti: Küresel ısınma çok acılar içinde büyümüş, zavalının biri. Ona köstek olmayın, destek olun, Greenpeace'le dünyayı kurtarın; çünkü ben çok tırsıyorum! :D
 

7.17.2011

Vavvv

Vavvv... Yine buradasın, arkadaşım. İyi ki varsın. Daha önemlisi, bana katlanıyorsun ya çok sabırlı olduğuna şimdiden eminim.
Mantıklı bir öneri aldım, değerlendirmeliyim. Maceralarımı anlatmalıyım sana değil mi? Fikri veren arkadaşım, sana da çok teşekkür ederim :) - gerçekten de hiperaktifimdir bu arada. Yalnızca kısa bir süre sonra başlayacağım 'maceralara'. Hemen olay anlatmaya başlayamıyorum. Ben pek olay adamı değilim gibi gibi.
Ben genellikle renklere önem veririm. Yeni tanıştıklarıma sorduğum ilk soru "adın ne?", ikinci soru "nasılsın?", üçüncü soru da "en sevdiğin renk nedir?" olur. Ciddiyim. Mesela seninki nedir arkadaşım. Benimki  mavidir. Bayanlar için Kıvanç'ın gözlerinin mavisi, baylar için de Kristen Steward mavisi :D. Ve bence bu soruya verilebilecek en saçma cevap da 'ben her rengi severim.' dir herhalde. Benim de verdiğim cevap "elimlen konuş."- kıh kıh kıh- olmuyor tabii ki - o kadar kaba birisine hiç benziyor muyum - "Ya, öyle mi? Ne güzel! Hımmm." oluyor. Yani 'yüksek nezaketimin' izin verdiği en ciks* -bu saçma kelimeyi kullanma nedenim aşağıda- tarzda 'çok saçma!" demiş oluyorum. Tamam, beni bağışla. Dik kafalı değilim dedim. Yanlış gördüğün düşüncelerime karşı çık ve tralala! Cİddiye almayacağımı düşünüyorsan beni kırarsın. Bilmez miyim ben renklerin, zevklerin tartışılmaz olduğunu.
*Not: O kelimeyi sevmem ama bu aralar bazılarının ağzına yapışmış, o cici 'ciks' kelimesini kullanan sevgili 'ciks' arkadaşlarımı mutlu etmek için kullanılmıştır, bu yüzden suçlama ve apaçi olarak yargılama yapılamaz :D.
Uzun lafın kısası: Mavi rengine bayılan, duyarlı olan  apaçi olmayan birileri bu yazıyı yazmış :D.

7.16.2011

Bır bır bır, Dır dır dır..

Selam, nasılsın? Seni harika gördüm. You look super! :D
Şimdi söyleyeceğime inanamayacaksın; çünkü söylediğim her 3 kişiden 2 si 'ciddi misin?' diye tepki verdi. Bu kadar şaşılacak ne olabilir ben de anlamadım. Abartılacak bir şey değil aslında.
Şimdi ben bir serisi okumaya başladım. Çok değil, dört kitaplık bir seri. Daha yeni başladığımı duyanlar bana tek kaşlarını kaldırıp alaycı bir ifadeyi yüzlerine yapıştırıp 'daha yeni mi başladın?" diye akılları sıra dalga geçtiler. Tamam büyük bir etki uyandırmış dünyada kabul; fakat bende ilgi uyandırmamış ne yapabilirim yani? Okuyorum okuyorum, yok! Hala ilgi uyandırmıyor. Bir tane kız var da, vampire tutuluyor da, olan oluyor. Evet. Tam da tahmin ettiğin gibi... 'Alacakaranlık' serisi. Yaşlıların ağızlarından düşmeyen bir lafı tuhafsayarak kullanmak istiyorum burada. Tamam ben de öğrenciyim - acı gerçek - buna rağmen beğenmiyorum bu kitabı, vampirleri. O zaman 'yaşım geçti artık' deyip kestirip atıyorum. Bu kadar. Uzatan 'yaşı geçmemiş' arkadaşlarıma da "Goethe'nin Faust'unu okudun mu?" deyip susturuyorum. Ya, işte asıl bu kitabı okuda övün marifetmiş gibi de göreyim-anlarsan.
Vay canına, ne saçma bir tartışmaymış. Aklından geçirdiğini biliyorum: okuduğun kitaptan bana ne? Gevezeliğimden işte.
Diyorum. Eğlence anlayışım bir tuhaf, kitap tarzım da müzik tarzım da farklıdır çevremdekilerden. Sen nelerden hoşlanırsın mesela, arkadaşım? Bilim kurgu ya da romantik romanlardan mı, rock ya da cazdan mı zevk alırsın? Biraz da sen anlat kendini. Dinlemek istiyorum. Konuşmak benim olmazsa olmazımdır. Aksi gibi dinlemeye de bayılırım. Evet anlat hadi!.. Öyle mi? Aslında ben o şarkıyı henüz dinlemedim, o kitabı da yazarını da tanımıyorum. Resimle mi ilgileniyorum dedin. Müthişsin, sanat dallarının güzeller güzelidir resim bence. Süleyman'ın deyişiyle "âlâ!".( Biliyorum Türkçe'de şapka kaldırıldı ama o duyguyu vermem lazımdı, Süleyman nasıl karizmatik söylüyorsa ben de o kadar 'karizmatik' zihninde canlansın isterim:D.)
Gerçi çenemdeki yetenek(!) elimde yok. Yazarım ama güzel çizemem. Senin için bir çöp adam çizebilirim tabi ;). Şaka bir yana kreş çocuğu gibi çöp adam çizmesem de senin kadar yetenekli değilimdir, arkadaşım.
Bu arada... Benim hakkımda bir şeyler öğrendin mi, yeterince açık bahsetmiyor gibi hissediyorum kendimden. Düşünsene her şeyi bir çırpıda anlatırsam bir iki gün sonra sohbet edecek ne kalır ki? O yüzden sabredelim. Çok sabırlı olduğunu duymuştum, kanıtla :D!
Neyse neyse... Konuşmayı şöyle bir 'mani' ile sonlandıralım.
Bir arkadaşın var senin.
Geveze mi geveze dersin.
Aslında melek gibidir :)
Bu yazı da burada bitsin!

Yazının anafikri: B. resim çizme ve mani yazma özürlü, bunu görmezden geliver gitsin B-).

7.15.2011

B(en) kimdir?

Ben yalnızca B. yim ve X şehrinden Y şehrine saatte A km/h hızla giden B km/h hızla dönen arabaları çok severim. Havuz başında durup musluk debilerinden, havuzun kaç saatte dolup boşaldığını hesaplamak en büyük zevkimdir. Hep içinde durduğu derin çukurdan K m zıplayıp L m düşerek C saatte çukurdan çıkan bir kurbağam olsun istemişimdir.
Sevgiler saygılar :D
B.